Gönlüm razı olmadı
Nasreddin Hoca, kasabadan Kur'an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor. Yolda Hoca'yı görenler : - "Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar. - "Ne yaparsın" demiş Hoca, "zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı."
Ya Tutarsa
Nasreddin Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında, bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini, zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş. - "Ne yapıyorsun Hoca ?" -"Göle maya çalıyorum" demiş Hoca. Adam üstelemiş : - "İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?" -"Ben de biliyorum tutmayacağını, ammaaa ya tutarsa !..."
Sesimin Arkasından Koşuyorum
Hoca ikindi ezanını okumağa başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde birbirleriyle konuşuyorlar, sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış. Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha yükseltmiş, amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmaya ve koşarken de ezanı okumaya devam etmiş. O komşulardan birkaç kişi Hoca'ya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup sormuşlar : - "Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?" - "Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından koşuyorum" demiş.
Hanımla Muhabbet
Hoca bir gün karısına : - "Hatun" demiş, "Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?" - "Kendin söyledin ya, efendi" demiş karısı, "Mehmet ağa." - "Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim." demiş Hoca. - "A efendi" demiş karısı, "kendin çarıkçı demedin mi?" - "Anlasana işte" demiş Hoca, "nerede oturuyor demek istedim." - "Efendi, bugün sana ne oluyor?" demiş karısı "Komşu" dedin ya..." Hoca birden sinirlenmiş. - "Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!"
İnsanlar gibi düşünür
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş: - "Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?" - "Bu papağandır" demişler, "konuşur." Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş. - "Kaça hindi ?" diye sormuşlar. - "On beş altın" demiş Hoca. - "Bir hindi on beş altın eder mi ?" demişler. - "Görmüyor musunuz !" demiş Hoca; "yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar." - "Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ?" diye sormuşlar. - "O düşünmeden konuşur" demiş Hoca ; "Bu da insanlar gibi düşünür."
Bindiği dalı kesmesi
Nasreddin Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile bindiği dalı kesmeye başlamış.Görenler : -"Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!" diye bağırmağa başlamışlar. Hoca kesmeye devam ederek seslenmiş: -"Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de, ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!..."
Tatlısız, böreksiz yer
Nasreddin Hoca öğlen namazını kıldırıp evine gelmiş. Öbür camiden gelen bir cenaze alayı sokakta belirmiş. Cenazenin arkasından giden akrabaları dövünüyorlarmış: - "Karanlık yerlere gidiyorsun! Gittiğin yerde ne ışık var, ne ateş!... Ne tatlı var, ne börek!..." Hoca, karısına : - "Hâtun, çabuk kalk kapıyı sürgüle! Bu cenaze mutlaka bizim eve geliyor!" demiş.
Su dediğin böyle olur
Nasreddin Hoca bir yaz günü yolculuk ederken, öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir, avucunu doldurur, hızla bir kaç yudum yutar; amma midesi bulanır, tükürmeye çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgöl'ün sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir. Hoca civarda aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca, önce ağzını iyice çalkalar, sonra da kana kana su içer, Eşeğini de sular. Şakır şakır dalgalanan Acıgöl'e şöyle bir bakar, su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün kenarına gelir; - "Cimri zenginin zekâtsız malı gibi şişinip durma!... Su dediğin böyle olur" diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur.
Birinin anası ağlayacak
Hoca'nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince : - "Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım" demiş. " Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!" Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış. Oğlu : - "Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak" demiş. Hoca eve canı sıkkın dönmüş. Karısı : - "Hayrola efendi, yüzün neden asık" demiş. - "Benimki bir şey değil" demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak".
Hamam bahşişi
Hoca bir gün hamama gider. Hamamcılar onunla hiç ilgilenmez, eski bir peştamal, yırtık bir havlu verirler. Hoca sesini çıkarmaz. Hamamdan çıkarken uzatılan aynaya yüklüce bir bahşiş bırakır. Bir hafta sonra aynı hamama geldiğinde, bu kez büyük ikramlar görür, fakat çıkarken aksine pek az bir bahşiş bırakır. - "Efendi" der hamamcılar, "gösterdiğimiz o kadar ilgiye, saygıya karşı bu kadarcık mı bahşiş verilir?" - "Bugün verdiğim, geçen haftanın bahşişiydi" der Hoca, "geçen hafta verdiğim de bugünkü hizmetinizin karşılığıydı. Böylece ödeştik !"
Mevsimlerden yakınanlara
Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri: - "Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar." demiş. Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca : - "Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?" demiş.
Acemi bülbül
Hoca bir gün, yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış. Yanından geçen bir yolcu seslenmiş: - "Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?" - "Ben bülbülüm" demiş Hoca. Adam : - "Öyleyse öt bakalım" deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış. - "Bu ne biçim bülbül sesi yahu", demiş adam. "Bülbül hiç böyle mi öter." - "Ne yapalım" demiş Hoca, "acemi bülbül bu kadar öter!"
Saz çalması
Hoca'ya sormuşlar : - "Saz çalmayı bilir misin?" - "Bilirim" demiş. - "Buyur, çal bakalım" diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa başlamış. - "Saz böyle mi çalınır a Hoca?" demişler, "parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar." - " Perdeleri bulamayanlar öyle çalar" demiş Hoca; "Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim."
Akıl sır ermiyor
Hoca'nın iki yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada Akşehir'in zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş. "Eğer sağ salim memleketime varırsam Hoca'ya iki yüz akçe vereceğim" diye adakta bulunmuş. Adam kurtulup gelmiş, Hoca'yı bulup parayı vermiş. Hoca bir süre düşündükten sonra: - "Allah'ım bu ne dolambaçlı yol! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! ... İşine gerçekten de akıl sır ermiyor" demiş.
Mesele çatallaştı
Kasabalılar, Nasreddin Hoca'ya Kadı'dan yakınmışlar : "Kadı efendi çok menfaatçi bir adam. Aynı suça bazen beraat, bazen de çok ağır ceza veriyor. Hak hukuk tanımıyor, nereden menfaati varsa o taraftan oluyor. Münafık bir adamdır. Bundan nasıl kurtuluruz" demişler. Hoca durumu mülki amirlere bildirmişse de, onları pek inandıramamış. "Nasıl ispat edersin"? demişler. Hoca'mız, Kadı efendinin tanımadığı bir müfettişin kendisine gönderilmesini ve beraberce Kadı'yı ziyaret etmelerinin yeterli olacağını mülki amire, (vali'ye) anlatmış. Kabul etmişler. Kararlaştırılan günde müfettiş bey kasabaya, Nasreddin Hoca'nın konuğu olarak gelmiş. Kimliğini gizli tutarak, kasaba eşrafından beş altı kişiyle beraber kadı efendiyi ziyarete gitmişler. Hoş beşten sonra, Hoca , Kadı efendiye : - "Efendi" demiş. "Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ?" - "Bunda sahibinin ne kabahati var ?" demiş Kadı, "hayvandan kan davası edilmez." Hoca sözünü değiştirmiş: - "Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş !" Bunu duyan kadı efendi hızla yerinden kalkıp, raftaki Kanun kitabına uzanırken; - "Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor?" demiş.
Ben küçük yangınlara karışmam
Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış. Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış. Süslü ve pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış. Nasreddin Hoca'nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa; - "Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı" der bilgiçlik taslarmış. Bir gün Murat ağa'nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca'ya ve cemaate hitaben: - "Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim" diye feryat eylemiş. Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle: - "Bak komşu, kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahirette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!" demiş.
Bulmanın keyfi
Nasreddin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tellâl tutmuş. Şöyle bağırtmağa başlamış : - "Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim." - "Hoca efendi" demişler, "eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ?" - " Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!" demiş Hoca; - "Eşeği bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter." - "Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm." - "Cenneti bulsam, canımı da veririm."
İp olur
Köylüler EYYÛB ismini, Eyip, İyip, iyp gibi bozuk şekilde telâffuz ediyorlarmış. Bir gün Nasreddin Hoca vaazında: - "Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur" demiş.
Belki ağaçtan öteye bir yol düşer
Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca'ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar. "Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım" diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca'yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar : - "Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz?" demişler. - "Hay hay" demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış. Çocuklar : - "Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?" demişler. - "Belli olmaz ki evlâtlarım" demiş Hoca; "Bu iyiliğime karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder."
Şu koca kazanla
Nasreddin Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış. - "Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz.vs." diye anlatmış. Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti : - "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş. Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş; - "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik." İçerden Karısı : - "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş. Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş. - "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...
O zaman da ben bulunmadım
Hasreddin Hoca, işlerinin çokluğu, dünya telâşeleri, hastalık, sağlık vs. gibi çeşitli bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş. Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten, içmekten açılmış. - "Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki!... Bir türlü pişirip de yiyemedik" demiş, Nasreddin Hoca. - "O kadar zor bir şey mi helva pişirmek, a Hoca" demişler. - "Ne yapalım" demiş Hoca. "Şeker ve un bulundu, tereyağı bulunmadı. Tereyağ ve şeker bulundu, un bulunmadı. Un ve tereyağ bulundu şeker bulunmadı." - "Hiç bir araya getiremedin mi bunları?" demişler. - "Hepsinin bir araya geldiği de oldu," demiş Hoca. "Amma o zaman da ben bulunmadım."
İkinizin arasında gidiyorum
Nasreddin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi, solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş. Makamına güvenip , kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi , Hoca'ya: - "Sana da lâf yetişmez ki" demiş, "İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün." - "Yok canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum." demiş.
Ördek çorbası
Nasreddin Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken, bir pınarın başında durup, hem namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş. Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, "Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş." Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hoca'yı fark edip uçmuş, kaçmışlar. Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış.Oradan geçen bir yolcu : - "Afiyet olsun Hocam, ne yiyorsun ?" demiş. Hoca, peksimetini suya batırırken : - "Ördek çorbası" demiş.
Buna değmiş, buna değmemiş
Nasreddin Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, "Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş. İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş. Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş. Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca : - "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş. Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse ok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. "Ona değdi, buna değmedi" diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış : - "Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.
Söylediğine, söyleyeceğine...
Köylünün biri, diğerinin kuzusunu çalmış, kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış, kesip yemiş. Nasreddin Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş. Olayın kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken, keçinin sahibi keçisini övmeye başlamış: - "İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs" diye hayvanını methediyormuş. Keçiyi kesip yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın, adam susmak zorunda. Nasreddin Hoca, keçiyi çalıp kesen adama dönmüş : - "Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun."
Bu karanlıkta
Nasreddin Hoca'nın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben görmediğime inanmam, Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi? gibi şeyler dermiş. Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş. Bir süre sonra Konuk; - "Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın" deyince : - "Sen deli misin be birader" demiş Hoca, "bu zifiri karanlıkta ben, sağ tarafımı nasıl bileyim!"
İpe un sermişler
Komşusu Hoca'dan urganını ( yâni kalın ipini ) istemiş. Hoca içeriye girip çıkmış. - "İp boş değil" demiş, "kadınlar üstüne un sermişler." Komşusu: - "Bu nasıl iş efendi?" demiş, "hiç ipe un serilir mi?" - "Serilir" demiş Hoca, "vermeye gönlün olmayınca ipe un da serilir."
Gizlisi - açığı
Bir kıtlık zamanında Hoca'yı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler : - "Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?" demişler. - "Komşusu açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp olsun" demiş Hoca, " Komşusu açken tok yatmak, ya her zaman , her yerde ayıptır, ya da hiç ayıp değildir."
Sen beğendin - ben doldurdum
Nasreddin Hoca , "İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar. Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde , ondan kaçmak, kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız," diye bir vaaz etmiş. Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği. Yolda giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler : - "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış. Hoca, eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına doldurmağa başlamış. Birkaç saat sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken, eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasreddin Hoca'nın eşeği yem torbası boynuna takılanca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca : - "Ne huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun?" demiş Hoca, "Sen beğendin, ben doldurdum." Görenler: "Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak." dediklerinde, Nasreddin Hoca taşı gediğine koymuş : - "İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne yapacaklar?"
Kazan doğurdu - kazan öldü
Kasabada tefeci bir adam varmış. Başı sıkışan birine para verirse getirdiği güne göre faizini hesaplayıp alırmış. Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş. - "Bu tencere ne?" Komşusu; "Senin kazan doğurdu" deyince hemen sahiplenip tencereyi almış. Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on - on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş. - "Kazan öldü" diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş. O sıralarda N. Hoca , Kadı'lık görevi yapmakta imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra : - "Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir," diye hükmetmiş. Adam hiddetle: - "Hiç kazan ölür mü kadı efendi ?" deyince: Kadı N.Hocamız cevabı yapıştırmış; - "Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ? ..."
Döve döve helva yediriyorlar
Konya çarşısındaki helvacı dükkânlarının vitrinlerine iştahla bakan gariban adamın biri, bir dükkân sahibinden biraz helva sadaka olarak vermesini istemiş. Dükkâncı vermemiş. Garibanın canı da çok helva çekmiş. Dayanamayıp, dayak yemeyi de göze alarak başka bir helvacı dükkânına girmiş. Bir lenger helvayı önüne çekmiş ve hızla atıştırmaya başlamış. Helvacı adamın üstüne yürümüş; - "Bre adam, sorup istemeden, parasını ödemeden böyle helva yenir mi?" demişse de adamın aldırmayıp atıştırmayı sürdürdüğünü gören helvacı, adama sille tokat girişmiş. Dükkânda tesadüfen bulunan Nasreddin Hoca müşterilere doğru dönüp: - "Şu Konyalı helvacılar ne iyi adamlar; parası olmayan garibana bile döve döve helva yediriyorlar." demiş.
Yalan olduktan sonra
Köylünün birisi, diğer bir köylüden "10 kile buğday alacağı olduğunu" iddia ediyormuş. Aslında böyle bir alacağı yokmuş ama adam bir yalancı şahit bulup, mahkemeyi aldatıp, on kile buğdayı almayı planlıyormuş. Yalancı şahit ararken Nasreddin Hoca "ben şahitlik yaparım" deyince adam pek sevinmiş. Öyle ya Hoca şahit olunca, Kadı efendi kolaylıkla karar verebilir. Mahkemede Kadı efendi Hoca'ya sormuş : - "Bu adamın şu adamdan on kile buğday alacağı varmış. Ne diyorsun ?" Nasreddin Hoca ; - "Evet Kadı efendi. Bu adamın bu adamdan on kile arpa alacağı vardır" deyince adam atılmış; - "On kile buğday diyecekti, dili sürçtü herhalde" demiş. - "Yalan olduktan sonra ha buğday, ha arpa . Ne fark eder?" demiş Hoca.
Keçiyi içeri al
Biri , Hocaya evinin darlığından, evindeki sıkıntıdan bahsederek çare söylemesini ister. Hoca adamı sükûnetle dinler : - "Şimdi evine git. Keçiyi içeriye al" der. Adam , ertesi gün yine Hoca'ya gelir. - "Aman hocam keçiyi içeriye alınca sıkıntım azalacağına daha da arttı".der. Hoca Adamı gene sükûnetle dinler ; - "Şimdi evine git, tavukları da içeriye al" der. Adam, ertesi gün yine Hoca'ya gelir. - "Aman Hocam sıkıntım daha da arttı" der. Hoca gayet soğukkanlı olarak: - "Git ineğini de içeriye al" der. Adam ertesi gün yine Hoca'ya gelir. - "Aman Hocam, sıkıntıdan patlayacağım" der. Hoca istifini bozmadan : - "Bu akşam keçiyi evden çıkar" der. Ertesi gün Hocaya tekrar gelir, biraz rahatladıklarını anlatır. Hoca: - " Bu gece tavukları da evden çıkar" der. Adam ertesi gün daha da rahatlamış olarak tekrar gelir. Hoca : - "Şimdi evine git, ineği de evden çıkar ve evini bir güzel temizle" der. Adam denileni yapar ve çok rahatlamış bir şekilde, ertesi gün yine Hocayı ziyarete gelir. Artık evi kendisine çok bol gelmektedir. Hocaya teşekkürlerini sunar.
Enini boyuna uyduracaktı
Akşehir'e gelen bir İranlı, sürekli palavra atarmış. Bir gün: - "Bizim Isfahan'da Şahın iki yüz odalı, beş bin arşın boyunda sarayları var." diye söze başlamış, attıkça atmış. Dinleyenlerden biri de karşılık vermek istemiş. - "Bizim başkentimiz Bursa'da daha da büyük saraylar var. Bir de kaplıca yapıldı ki, boyu beş bin arşın..." Tam o sırada başka bir İranlı içeri girip ; - "Bursa'dan gelirem..." diye söze başlayınca : - "Eni de elli arşın" deyivermiş. - "Nasıl olur" diye karşı çıkmış İranlı, "eni boyuna uymadı." Konuşmaları dinlemekte olan Nasreddin Hoca : - "Şu adam Bursa'dan gelmiş olmasaydı, bu adam kaplıcanın enini boyuna bir güzel uyduracaktı" demiş.
Bu ayağını kaldıracaksın
Nasreddin Hoca öğlen namazının sünnetini kılarken, önündeki cemaatten birinin paçasında abdeste ( dolaysıyla namaza ) engel bir necaset görüyor. Farzı kıldırmak için mihraba doğru giderken, adama; - "Bu ayağını havaya kaldır. Tek bacağının üstünde namaz kılacaksın" diyor. Adam şaşkınlıkla : - "Neden? hocam" deyince : Hoca , adama paçasındaki necaseti göstererek : - "Bak bu ayağının abdesti yok" diyor.
Sahuru da yemezseniz
Nasreddin Hoca'nın, ailece oruç tutmayan bir komşusu varmış. Ama adam hep sahur yemeği hazırlattırır, çocuklarını da sahura kaldırır, hep beraber yerlermiş. Sonunda karısı dayanamamış. Hocaya danışmaya gitmiş; - "Bizde ne kocam, ne ben ne de çocuklardan oruç tutan kimse yok. Kocam ısrarla bana güzel yemekler yaptırıyor, hep beraber sahurda yiyoruz. Oruç tutmadığımıza göre ne diye her gece sahura kalkalım ?" - "Öyle konuşma hanım" demiş Hoca , "namaz kılmıyorsunuz, oruç tutmuyorsunuz, sahur da yemezseniz Müslümanlığınız nasıl belli olacak !"
Tembellik edeceğine çift sür
Nasreddin Hoca sabah namazını kıldırmış evine gelmiş, Hanımına : - "Hatun, ben azcık divanda uzanıp, sonra kalkıp çift sürmeye gideceğim, bir saat kadar sonra beni kaldır." Demiş. Bir saat sonra Hanımı arada bir Hocaya seslenmiş. Bakmış hoca tembellik ediyor : - "Efendi" demiş, "bugünkü uyuşukluğunla kaplumbağalar bile seni geçti." Hoca hareketlenmiş, hazırlanmış, tarlaya varmış. İşe koyulmuş. Çift sürerken pulluğun önünde bir kaplumbağa görmüş. Kımıldamadan öylece durup duruyor. Devam etse kaplumbağayı canlı canlı toprağa gömecek. Seslenmiş : - "Hey kaplumbağa" demiş, "bakıyorum buraya benden evvel gelmeyi becermişsin; Amma, öyle tembellik edeceğine bana bak da çift sürmesini öğren !"
Kıyamet ne zaman kopacak
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar: - "Kıyamet ne zaman kopacak ?" - "Karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet kopacak," demiş.
Mektubunuzu okur musunuz?
Nasreddin Hoca, yazdığı mektupları eliyle götürür, kendisi okuduktan sonra alıcısına teslim edermiş. Bir gün, - "Efendi" demişler, "mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun ?" - "Ben gitmezsem okumazlar. Mektuba da yazık olur. Baksanıza en önemli konu olan eceli hakkında sık sık mektup alan insanoğlu, o mektupları okuyor mu? Son gününde nasılda şaşırıyor!.."
Henüz uykum yok
Nasreddin Hoca bir köye konuk olmuş. Yatsı namazını kılmışlar. Biraz hoşbeşten sonra, yatma zamanının geldiğini hatırlatmak için: - "Hocam, insan neden esner?" demişler. Hoca: - "Ya açlıktan, ya da uykusuzluktan" demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonrada eklemiş! "Amma benim henüz uykum yok."
İki Arşın
Nasreddin Hoca Valiyi ziyarete gitmiş. Valinin iki arşın ötesinde yer göstermişler. Oturmuş. Biraz sohbetten sonra Vali sormuş : - "Hoca, Eşekle senin aranda ne fark var ?" Hoca hiç düşünmeden : - "İki arşın" deyivermiş.
Hayvanlar kocaman mı?
Nasreddin Hoca Konya'da gezerken büyük bir yapı görmüş. Durmuş, yapıyı seyrederken binanın kapıcısı Hoca'ya sormuş : - "Efendi, ne diye öyle bön bön bakıyorsun?" - "Burası nedir? Anlamak istedim" demiş Hoca. Kapıcı, alay etmek için : - "Değirmen" demiş. Nasreddin Hoca soruvermiş : - "Bu değirmende çalışan hayvanlar da burası kadar kocaman mı?"
Dostlar alışverişte görsün.
Nasreddin Hoca ibadette ihlâsın önemini anlatır: "Huşu ile ibadetinizi yapın. Esas kâr ondadır. Yoksa riya karışan ibadetle kâr değil, belki de zarar edersiniz" diye vaazlarında anlatırmış. O kadar zahmete katlanıyorsunuz kârlı çıkmalısınız dermiş. Cemaattin kayıtsızlığı karşısında bu hususu çarpıcı bir misalle onlara anlatmak istemiş. Evlerden yumurtanın dokuzunu bir akçeye almış. Pazara götürüp, onunu bir akçeye satmış. - "Bu ne biçim ticaret, Hoca !" demişler. - "Bir öteki satıcılara bakın, bir de bana" demiş, "amacım kazanmak değil, yeter ki dostlar alışverişte görsün."
Boğazından yakalayacağım.
Nasreddin Hoca çaydan su almak için testisini daldırdığı sırada testi elinden kayıp derin suyun dibini boylamış. Hoca yerinden kımıldamadan bir an öylece kalakalmış. Oradan geçen bir tanıdığı sormuş: - "Ne bekliyorsun Hoca ?" - "Testi suya daldı da" demiş Hoca, "çıkınca boğazından yakalayacağım."
Hanım uyan
Nasreddin Hoca, < komşu kadınların kendisini evlendirdiğini, karısının da hiç ses çıkarmadığını> rüyasında görürken uyanıvermiş. Yanında uyumakta olan karısını dürtüp uyandırmış : - "Amma aldırışsız kadınsın yahu!" demiş, "kalk, komşu kadınlar beni evlendirip üstüne ortak getirecekler, sen halâ susuyorsun."
Sen de haklısın
Kadılık yaptığı sırada Nasreddin Hoca'ya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş : - "Haklı değil miyim Hocam ?" - "Haklısın," demiş Hoca. Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş: - "Haklı değil miyim Hocam ?" Ona da : - "Haklısın," demiş Hoca. Adam gittikten sonra karısı içerden seslenmiş : - "Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi ?" dediğinde; - "Sen de haklısın Hanım" demiş Hoca.
Ver cüppesini, al semerini
Nasreddin Hoca'nın köyünden bir adam, eşeğiyle bahçesine doğru giderken çalılıkların önünde durmuş. Eşeğini de bir ağaca bağlamış. Abasını çıkarıp eşeğin semerinin üzerine koymuş. Abdest bozmak için kuytu bir yere gitmiş. O sırada birisi abayı alıp kaçmış. Adam geri döndüğünde abasının yerinde yeller estiğini görünce, eline bir sopa alıp, eşeğini hem acımasızca dövüyor, hem de kötü kötü söyleniyormuş. O sırada bahçesine gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş, Adama; - "Dur bakalım" demiş, "Ben şimdi ona gösteririm." Hemen eşeğin semerini indirip yere koymuş. Yularını çözüp boynuna sarmış. Eşeğe kuvvetli bir sopa yapıştırarak; - "Sana semer memer yok, getir sahibinin abasını, al semerini." Demiş.
Kimin içinin yandığı belli
Nasreddin Hoca'yı çok cimri komşularından birisi yemeğe çağırmış. Sofraya oturmuşlar. İki kişilik servis için ortaya dört adet zeytin, iki haşlanmış yumurta, bir tutam tuz, iki dilim ekmekle su getirmişler. Yemeğin üstüne bir kaşık bal ikram etmeyi düşünen ev sahibi her nasılsa bal çanağını sofranın altına koymuş. Bunu gören Hoca, çanağı sofraya koyduğu gibi başlamış ekmeksiz atıştırmaya. Ev sahibi bakmış ki balı tükeniyor ; - "Hocam" demiş, "ekmeksiz yersen için yanar." Hoca aldırış etmeyip balı yemeye devam ederken seslenmiş; - "Kimin içinin yandığı belli."
Soyaçekim mi ?
Üç yıllık evli bir hanım hamile kalamamış. Kaynanası ile kocası gelini ve gelinin anasını suçlayıp duruyorlar, sanki kabahatin gelinde olduğunu kesinlikle biliyorlarmış gibi her gün söyleniyorlarmış. Bir gün kaynanası gelini almış, Nasreddin Hoca'ya götürmüş : - "Hoca efendi, gelinimin üç yıldır çocuğu olmuyor. Nerden bu aileden kız aldık! Muska mı yazarsınız? dua mı okursunuz? derdimize bir çare bulun." diye hiddetlice söylenmiş. Hoca, üzüntü içinde olan geline dönmüş : - "Kızım, soyuna çekmiş olmayasın? Acaba anan da mı çocuksuzdu?"
Allah'ın belâsı hükümdarsınız.
Timur han, Anadolu'yu işgal ettiğinde halka büyük zulüm etmiş, evlerini tarlalarını yakıp yıkmış, birçok kişiyi öldürmüş zalim bir Moğol'dur. Akşehir'e yerleştiğinde, şehrin ileri gelenlerinden on beş kişiyi çağırtmış. Tek tek yanına almış ve; - "Ben adil miyim, zalim miyim ?" diye sormuş. "Adilsin" diyeni de, "zalimsin" diyeni de öldürtmüş. Ertesi gün tekrar on beş kişi göndermelerini Akşehirlilere emretmiş. Büyük bir korkuya kapılmışlar. Nasreddin Hoca'ya koşmuşlar. Giden heyette bulunması için kendisini ikna etmişler. Heyet Timur Han'ın huzuruna varmış. Timur heyetin başındaki Nasreddin Hoca'ya sormuş : - "Söyle bakalım Hoca efendi ! Ben adil miyim, zalim miyim ?" Hoca hiç tereddüt etmeden ve kuvvetli bir sesle cevap vermiş : - "Siz ne adilsiniz ne de zalimsiniz. Siz yoldan çıkmış, azıtmış bu millete Allah'ın gönderdiği büyük bir belâsınız." demiş. Timur Han bu cevaptan hoşlanıp heyettekileri bağışlamış.
Deli deli aktığın için
Sıcak bir yaz günü , Nasreddin Hoca yolculuğa çıkmış. Yol kenarındaki hayrat çeşmeden su içip, elini yüzünü yıkayıp biraz serinlemek ve Abdest tazelemek istemiş. Bakmış ki çeşmenin borusuna bir odun parçası tıkalı. Odun ıslanıp şiştiğinden yerinden kolay çıkmıyor. Hoca epeyce uğraşmış, tıkaçı kuvvetle çekerek çıkarmış. Kenara çekilmesine fırsat kalmadan, tazyikli bir şekilde borudan fışkıran su elbiselerini ıslatmış. Hoca çeşmeye şöyle bir bakarak söylenmiş; - "Anlaşıldı, anlaşıldııı! O kazığı böyle deli dolu aktığın için ağzına tıkamışlar!"
Nasıl anlaşılıyor ?
Afrika'dan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş : - "Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?"
Kızına hoca bulacağına
Bir gün Nasreddin Hoca'ya komşu kadınlardan biri, - "Hoca efendi" demiş, "bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa... Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor." - "Hanım" demiş, Hoca: "Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!"
Yanında eşek bulundursun !
Nasreddin Hoca, eşeğini mahkeme kapısına yakın bir yere bağlayıp pazara alışverişe gitmiş. O sırada kadı, hilekâr bir satıcıyı yargılamış, Merkebe ters bindirerek şehirde dolaştırılma cezası vermiş. Suçluyu, kapının yakınındaki Hoca'nın eşeğine bindirip gezdirmeye başlamışlar. Hoca çarşı içinde mübaşirin gezdirdiği suçlu adamı görmüş, ses çıkarmamış. Mübaşir eşeği aldığı yere götürüp, aynı şekilde bağlamış. Birkaç saat sonra Hoca ellerinde paketleri ile eşeğinin yanına doğru giderken, birde bakmış ki aynı suçluyu bir daha eşeğine ters bindirmek üzereler. Bu sefer müdahale etmiş. Suçluya dönüp yüksekçe sesle : - "Ya hilekâr esnaflıktan vaz geç, ya da yanında bir eşek getir" demiş.
Kayıp Heybe Bulunmasaydı
Nasreddin Hoca bir köyde misafirken heybesini yitirmiş. Köylülere: - "Ya heybemi bulun, ya da ben yapacağımı bilirim" demiş. Köylüler telaşlanmışlar. Arayıp taramışlar, heybeyi bulup Hoca'ya getirmişler. Köyden ayrılırken de : - "Hocam" demişler, "heybeyi bulmasa idik ne yapacaktın ?" Hoca şöyle bir elini sallayıp : - "Hiç" demiş, "evde eski bir kilim vardı, gidince onu bozup heybe yapacaktım !"
Hatim bile indiririm
Nasreddin Hoca ve hanımı, diğer bir kasabadaki imam arkadaşlarına misafir olmuşlar. Ev sahibesi hanım akıllı, güzel ahlâklı ve çok becerikliymiş. Evinin içini ve bahçesini imrenilecek kadar güzel tanzim etmiş. Mükemmel bir sofra hazırlamış. Yemişler, içmişler. Eve döndüklerinde, konuşurlarken söz arasında karısı, Nasreddin Hoca'ya : - "Benimle olurken, elimi tutarken besmele çekiyorsun" demiş. - "Tabii besmele çekeceğim, Allah'ın emridir" diye karşılık vermiş Hoca . - "Amma arkadaşın imam efendi karısı ile yatacaksa, evvelâ bir Yasin okuyormuş" demiş karısı. Hoca gülmüş; - "Ah Hanımcığım" demiş Hoca, "benim öyle karım olsa hatim bile indiririm."
Minarenin mimarisi
Nasreddin Hoca Konya'ya gidiyormuş. Yolda, Konya'ya gitmekte olan Sivrihisarlı bir hemşerisiyle karşılaşmış. Selâmlaşmışlar, birlikte yola koyulmuşlar. Konya'ya yaklaşırlarken Sivrihisarlı adam yüksek minareleri görünce merakla sormuş. - "Hoca efendi, şu sivri yüksek minareleri acaba nasıl yaparlar ?" Hoca hafifçe gülümsemiş: - "Kuyuların içini dışına çevirirler, olur biter !" Adam : - "Nasıl çevirirler" diye sorunca ; Hoca şöyle cevap vermiş : - "Ben imamım, mimarların işine karışamam."
Görün bendeki feryadı
Nasreddin Hoca eşeğini yitirmiş. Birkaç kişiyle beraber eşeği aramağa çıkmışlar. Bu adamlar İslâm dışı yaşayıp, ihtiyarlayınca ibadetlerimizi yaparız, diyenlerdenmişler. Hoca bir yandan eşeğini arar, bir yandan da neşeli neşeli türkü söylermiş. - "Bu ne iş Hoca" demişler, "eşeğini yitiren adam neşeli türküler söyleyerek mi arar?" - "Sizin ihtiyarlıktaki umudunuz gibi benim de son umudum şu dağın ardında" demiş Hoca, "orada da bulamazsam, görün bendeki feryadı!.."
Ay da yerini buldu
Nasreddin Hoca akşam üzeri, su çekmek için kuyunun başına varmış. Kuyuya kovasını sarkıtmış. O sırada küçük bir çocuk koşarak gelmiş. Su içmek istemiş. Hoca kovayı daldırırken, çocuk da kuyuya bakıyormuş. Birden çocuk ay kuyuya düştü diye bağırmağa başlamış. Kovanın çengeli her nasılsa kuyuda bir yere takılmış, çıkmıyor. Çocuk da Hoca'yla beraber ipe asılırken, çengel aniden kurtulmuş, beraberce sırt üstü yere düşmüşler. Hoca yattıkları yerden çocuğa gökteki Ay'ı göstererek; - "Şükürler olsun" demiş, "çok uğraştık ama, bak sonunda Ay da yerini buldu."
Tarihi çağlardan kalma bir ahır dolusu öküz buldum
Nasreddin Hoca'yı bir köyde imamlık yapmak üzere, iki öküz bedel karşılığında razı etmişler. "Bize vakit namazlarını, teravihleri kıldır. Vaaz et" demişler. Hoca kabul etmiş. Ramazan ayı boyunca teravihlerden evvel dersler vermiş. Vaazlar vermiş. Sohbetler etmiş. Cemaate bir şeyler verebilmek için çırpınmış durmuş. Kurban bayramı namazını kıldırmış. Kendi köyüne dönmek üzere cemaatle vedalaşırken, onların hallerine dikkatle bakmış. Görmüş ki "eski tas, eski hamam". İlerleme nerdeyse hiç yok. Hatta pazarlıklarındaki iki öküz yerine Hoca'ya sadece bir öküz vermişler. Hoca evine dönmüş. Ahırda yeni öküzünü bağlıyacak yeri hazırlıyorken, bir komşusu Hoca'ya hoş geldine gelmiş. - "Hoş geldin Hocam. Oralarda neler yaptın, öküzü nerden buldun" deyince; - "Orası bir hazine. Orada eski zamanlardan, tarihi çağlardan kalma koca bir ahır dolusu öküz buldum" demiş Hoca.
Hayalimin kokusunu da alıyorlar
Nasreddin Hoca'nın canı bol naneli, yoğurtlu çorba istemiş. Şimdi sofraya gelse de kaşıklasam diye düşünürken kapı çalınmış. Komşunun çocuğu elinde kâseyle gelip : - "Babamın selâmı var. Sizden biraz nâneli, yoğurtlu çorba istedi" demiş. Hoca gülümseyerek: - "Amma iş!" demiş. "Bizim komşular hayalimin de kokusunu alıyorlar!"
Kül pidesi ikram etseydiniz
Nasreddin Hoca konuk olduğu evde gece yatısına kalmış. Ev sahibi, bir şerbet sunduktan biraz da sohbet ettikten sonra bir odada hazırlanan yün yer yatağını göstermiş. Karnı aç olan Hoca; - "Sağ olun , amma biz böyle mükemmel yataklarda yatmaya alışmasaydık. Bunun yerine bir kül pidesi verseydiniz, yarısını yatak yapıp yatsam, yarısını da üstüme örtüp mışıl mışıl uyusaydım" demiş.
Üç yüz değnek vurun
Kolluk kuvvetleri sarhoş bir askeri Hükümdar'ın huzuruna getirip sormuşlar; - "Bu sarhoş askere ceza olarak ne emredersiniz?" Hükümdar kükremiş, - "Üç yüz değnek vurun !" Hükümdarı ziyaret etmekte olan Nasreddin Hoca, cezayı duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış. - "Ne gülüyorsun" diye bağırmış hükümdar. - "Hünkârım, ya siz sayı saymasını bilmiyorsunuz, ya da hiç sopa yememişsiniz!" demiş Hoca.
Bana ne - Sana ne
Nasreddin Hoca çarşıda dolaşırken gevezenin biri: - "Efendi, az önce nar gibi kızarmış bir tepsi baklava götürdüler," demiş. Hoca aldırış etmeksizin ; - "Bana ne ?" demiş. - "Amma, baklava tepsisini sizin eve götürdüler" demiş geveze. Hoca terslemiş adamı; - "Sana ne ?"
İnşaallah ben geldim
Bir akşam Nasreddin Hoca, karısına: - "Hâtun, sağ salim yarına çıkarsam, hava yağmurlu olursa oduna, açık olursa çift sürmeğe gideceğim" demiş. - " İnşaallah de efendi" demiş karısı. - " Aman karıcığım, ya o olacak, ya öteki" demiş Hoca. Ertesi gün hava yağmurlu olmuş. Hoca da ormana gitmek üzere eşeğiyle ormanın yolunu tutmuş. Yolda kasabaya doktora gitmekte olan bir komşusuna rastlamış. Bir süre beraber yürümüşler. Adamın sancısı artmış, yürüyemez olmuş. Hoca hastayı eşeğine bindirmiş, kasabaya doktora götürmüş. Köyüne dönene kadar gece yarısı olmuş. Kapıyı çaldığında karısı,"Kim O" diye seslenince; - "Aç hanım, aç ! ... inşaallah ben geldim" demiş.
Kazma kılıfı
Köylülerden biri Konya'da ayakkabıcılar çarşısına gitmiş. Vitrinlere bakınırken çizmeler dikkatini çekmiş. Hayatında ilk defa gördüğü bu çizmeleri beğenmiş. Bir çizme alıp ayağına giymiş, köyüne gelmiş. Ayağındaki çizmeleri gösterip Nasreddin Hoca'ya sormuş; - "Bu nedir ?" - "Ne var bunu bilmeyecek" demiş Hoca, "Kazma kılıfıdır."
Yakamı zor kurtardım
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar; - "Hiç, bir hatuna aşık oldun mu?" - "Vallahi, bir kere tam aşık oluyordum, sebebin sahibini hatırlayıp yakamı zor kurtardım" demiş.
İnsanların dünya serüveni
Nasreddin Hocaya sormuşlar; - "İnsanlar ne zamana kadar böyle doğup yaşayıp ölecekler ?" - "Cennetle cehennem doluncaya kadar" diye cevap vermiş Hoca.
Damdan düşen halden anlar
Nasreddin Hoca evinin damında biriken diz boyu karları sabah namazı sonrası kürümeye başlamış. Bir ara dengesini kaybederek damdan düşüp bayılmış. Komşuları koşuşmuşlar. Birisi: "Çabuk bir doktor çağıralım ." Diğeri: "Aman bir kırıkçı bulalım." Öbürü: "Sırtlanıp doktora götürelim" derken, kargaşada ayılan Hoca, acıyan belini tutarak; - "Bırakın münakaşayı. Çabuk bana daha evvel damdan düşmüş birini bulun" demiş.
Tutunup çıkma diye
Nasreddin Hoca bir sabah çok erken, damındaki karları kürüyormuş. Çişi gelmiş, bakmış etrafta kimsecikler yok. Bir köşeye dizini koyup, damdan aşağıya koyuvermiş. Uzaktan birinin yola çıktığını görünce de hemen toparlanmış. Sevmediği, sırnaşık bir adammış yoldan geçen. Adam Hocaya seslenmiş: - "Niye yarıda kestin Hoca ?" Hoca: - "Yaa, Kesmeyeyim de tutuna tutuna dama, yanıma çık, öyle mi ?" demiş.
Cimri Subaşı'ya tazı köpeği
Nasreddin Hoca cimri Subaşı'yı hiç sevmezmiş. Bir gün Subaşı Hoca'ya tazı ısmarlamış. - "Hoca efendi, senin tanıdığın çoktur. Bana bir tazı bul. Tavşan kulaklı, karınca belli olsun." Bir kaç gün sonra Hoca, tombul bir sokak köpeğinin boynuna ip takıp Subaşı'ya götürmüş. Subaşı kızmış : - "Hoca efendi, ben senden ince belli tazı istedim, sen kocaman tombul bir sokak köpeği getirdin!" demiş. - "Merak buyurmayın" demiş Hoca. "Nasıl olsa sizin yanınızda bir aya varmadan tazıya döner."
Hırsızın hiç mi kabahati yoktu ?
Nasreddin Hoca'nın eşeği çalınmış. Bir teselli beklediği dostları kabahati hep Hoca'da bulmuşlar. - "Ahırın kapısını kilitleseydin ya!..." - "Hiç tıkırtı da mı duymadın?" - "Eşeği sıkıca bağlamamışsındır..." Hoca bunları dinlemiş dinlemiş, sonunda dayanamayıp; - "Eee, bütün kabahati bende buldunuz. Biraz da insaf edin, hırsızın hiç mi kabahati yoktu !.." demiş.
Ceviz ağacında kabak yetişseydi
Bir yaz günü Nasreddin Hoca biraz serinlemek için ceviz ağacının gölgesine oturmuş. Biraz ilerdeki kocaman helvacı kabakları gözüne ilişince, kendi kendine: - "Şu Allah'ın işine bak, otun üstünde koskoca kabak yetişiyor, şu dalları yere göğe uzanmış, bir evleklik yer tutan ceviz ağacının meyveleri ufa-cık!.." diye düşünürken, tam o sırada başına bir ceviz düşmüş. - "Ah başım!" diyerek yerinden fırlamış Hoca, "Tövbe ya Rabbim, bir daha senin işine asla karışmam! Ya ağaçta ceviz yerine kabak yetişseydi..." demiş.
Kadı efendiye Hoca'nın rüşveti
Nasreddin Hoca'nın Konya kadısından bir mahkeme kararı alması gerekmiş. Ancak Kadı her gidişinde "bir kaç gün sonra gel" diye Hoca'yı atlatıyormuş. - "Kadı, yiyici bir adamdır, rüşvet vermezsen iş gördüremezsin" diye dostları Hoca'yı uyarmışlar. Hoca bir çömlek bal götürmüş ve hemen o gün istediği kararı elde etmiş. Kadı o akşam balın tadına bakmak istemiş, ama bir de ne görsün, çömleğin üstünde iki parmak bal var, dibi tezek dolu... Ertesi sabah mahkeme kollukçusuna: - "Nasreddin Hoca'yı bul bana getir. Kararda bazı bozukluklar olduğunu söylersin." diye emretmiş. Hoca, mahkemede Kadı'nın önüne getirilmiş. Kadı kükremiş: - "Sen akşam yemeğinde bana bok mu yedirecektin ?" - "Yoookk!... akşam yemeğinde değil" demiş Hoca. " Sen o boku, kararı vermek için çömleği alırken yedin!..."
İşte Nasreddin böyle atar
Kasabanın eşrafı ok atmaya giderken Nasreddin Hoca'yı da yanlarına almışlar. Sırasıyla herkes hedefe ok atmış. Kimi isabet ettirmiş, kimi ettirememiş. Sıra Hoca'ya gelince - "Haydi Hoca seni de görelim" demişler. Hoca fırlatmış, ok hedefin çok uzağına düşmüş. - "İşte" demiş Hoca, "Sekban başı böyle atar." İkinci ok da hedefi vurmamış. Hoca bu kez de: - "Bizim Subaşı da böyle atar" demiş. Üçüncü ok hedefe tam isabet edince göğsünü kabartıp arkadaşlarına dönüp eklemiş: - " İşte Nasreddin de böyle atar."
Erkek olan sözünde durur
Hoca'ya yaşını sormuşlar, "kırk yaşındayım" demiş. Aradan birkaç yıl geçmiş. Yine yaşı sorulunca "kırk yaşındayım" demiş. - "Nasıl olur Hoca efendi" demişler, "yıllar önce sorduğumuzda da kırk demiştin" Hoca gülümseyerek: - "Erkek olan sözünde durur!..." demiş.
Evini tarlaya taşı
Birisi, Hoca'ya - "Evim hiç güneş görmüyor" diye yakınmış. - "Tarlan görüyor mu?" demiş Hoca. - "Evet" cevabını alınca: - "Öyleyse" demiş, "Allah'ın güneşinden sakınma, evini tarlaya taşı."
Papazlarla hesap üstüne
Dünyayı dolaşan üç bilgin papaz Akşehir'e de uğramışlar. Hocanın ününü duyunca kendisiyle tanışmak istemişler. Akşehir ileri gelenlerinin de katıldığı toplantıda Hoca, papazlarla tanıştırılmış. Yenilip içildikten, dereden tepeden konuşulduktan sonra, Papazlardan biri Hoca'ya sormuş: - "Hoca Efendi, dünyanın ortası neresidir?" Hoca otlayan eşeğini göstererek: - "Eşeğimin şu anda sağ ön ayağının bastığı yerdir." - " Nereden belli ?" demiş papaz. - "İnanmıyorsanız ölçün !..." demiş Hoca. İkinci papaz: - "Peki Hoca efendi, gökte kaç yıldız vardır?" diye sormuş. - "Gökte eşeğimin tüylerinin sayısı kadar yıldız vardır?" demiş Hoca. - "Nasıl kanıtlarsınız ?" demişler. - " İnanmıyorsanız sayın" demiş Hoca. Üçüncü papaz da : - "Benim sakalımda kaç kıl var?" diye sorunca; - "Eşeğimin kuyruğundaki tüyler kadar" diye cevap vermiş Hoca. - "Nereden bildin" dediklerinde, Nasreddin Hoca sesini yükseltip ciddileşerek; - "Ölçün dedim ölçmediniz. Sayın dedim saymadınız. Bir kıl bile fazla değil. Siz ise inanmıyorsunuz. Bunu doğrulayalım. Bir kıl eşeğin kuyruğundan bir kıl da papazın sakalından çekelim. Böylece yanılmadan eşitliği görürüz" deyince papazlar tartışmayı bırakıp gitmişler.
Niye Yemezsin?
Hoca bir iş için Sivrihisar'a gitmiş. İşi epeyce uzamış. Bu sırada parası pulu da bitmiş. Gidip karnını doyuracak bir kimseyi de tanımıyormuş. Midesi açlıktan kazınmaya başlamış. O sırada bir fırının önünden geçiyormuş. Bakmış ki, nar gibi kızarmış somunlar! Taze taze tezgâhın üstünde... Açlıktan gözleri kararan Hoca yutkundukça yutkunmuş. Bir müddet somunlara bakmış. Sonra tezgâh sokulmuş. Tezgâhın başında oturan ekmekçiye sormuş: - "Kuzum efendi," demiş, "Bu ekmeklerin hepsi senin mi?" Ekmekçi gayet doğal bir şekilde: - "Evet, benimdir." demiş. Hoca heyecanla tekrar sormuş: - "Gerçekten bunların, bu sıcak ekmeklerin hepsi senin mi?" Adam, Hoca'ya çıkışarak: - "Ne bu kadar zorlayıp duruyorsun be adam!" demiş. "Bu ekmeklerin hepsi benimdir, dedim ya!.." Hoca kızarmış ekmeklere son bir kez bakıp: - "Öyle ise ne bakıp duruyorsun? Yesene!.." demiş.
Dünyada uyananların hâli
Nasreddin Hoca'ya rüyasında 999 altın vermişler. Hoca ; - "Şunu bin altın liraya tamamlayın da alayım, yoksa almıyorum" derken uyanıvermiş. Bakmış, altıncıklar da, onları verenler de ortalarda yok. - "Bu ne iş Ya Rabbi !" demiş. "Ahirette uyanan her şeyini önünde hazır bulacakken, Dünyada uyanan malının hepsini kaybediyor."
Pınar başında uyumuştum
Nasreddin Hoca, Akşehir'den Konya'ya giderken yolunun üstündeki köyde bir köylüye konuk olmuş. Yatma zamanı gelince adam; - "Hoca efendi, uykusuz mu yoksa susuz musun?" diye sormuş. Adamın yemekten söz etmediğini gören Hoca hiç bozuntuya vermeden; - "Buraya gelirken pınar başında bir güzel uyumuştum" demiş.
Yıldız yaparlar
Aklı sıra Nasreddin Hoca'yla eğlenmek isteyen biri Hoca'ya sormuş. - "Yeni ay girince eski ay'ı ne yaparlar ?" Nasreddin Hoca cevabı yapıştırmış ; - "Kırpıp, kırpıp yıldız yaparlar" demiş.
Devenin kanadı olsaydı
Bir gün Nasreddin Hoca caminin kürsüsünde vaaz ederken ; - "Ey cemaat, şükredin ki Allah develerinize kanat vermedi" demiş. Cemaat duraklamış, develerimizin kanatları olsa ne güzel uçardık, ne hızlı giderdik, acaba Hocamız ne demek istiyor" diye düşünürlerken cemaatten biri: - "İyi olmaz mıydı Hocam ?" diye sorunca; - "Kanatları olsa develeriniz damlarınıza konarlardı, damlarınız da başlarınıza yıkılırdı" demiş Hoca.
Ramazanda buzlu hoşaf
Sıcak bir yaz günü Nasreddin Hoca'yı iftara çağırmışlar. Ortaya önce bir tencere soğuk hoşaf gelmiş. Muzip ev sahibi eline bir kepçe almış, misafirlere ise birer tatlı kaşığı vermiş. Ev sahibi kepçeyle her hoşaf içişinde : - "Oohhh , öldüüümm" diyormuş. Hoca ile öteki davetliler ellerindeki küçücük tatlı kaşıklarıyla hoşafı içmeye çalışıyorlar, ama ne hoşafın tadını alıyorlar, ne de susuzluklarını giderebiliyorlarmış. Ortadaki hoşaf tenceresi de bitmek üzere: Hoca dayanamayıp ev sahibine seslenmiş; - "Efendi" demiş. "Senin devamlı ölüp ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!..."
Aklın varsa göle kaç
Nasreddin Hoca ormandan çalıçırpı toplayıp eşeğine yüklemiş. Arkadaşları ile buluşacağı yere gitmiş. Odundan dönen köylülerle buluşup, beraberce yola koyulmuşlar. Konuşuyorlarken biraz şakalı, biraz ciddi, Hoca'ya sorular da soruyorlarmış. Birisi Hoca'ya: - "Biz cehenneme girmez, kaçar kurtuluruz. Ateşten kaçar suya gireriz. Hem sen nasıl olsa mezara koyunca telkin veriyorsun, senin dediğini der yakamızı kurtarırız" derlermiş. Hoca bakmış ki anlattıklarından gereği gibi ders almıyorlar. Kendi eşeğinin sırtındaki çalılara bir kibrit çakmış. Eşeğinin kulağına da "aklın varsa göle kaç" diye söylemiş. Alevler yükselince köylüler heyecanla ; - "Aman ne yaptın Hocam, hayvan canlı canlı, cayır cayır yanacak" demişler. Hoca gayet sakin ; - "Hiç merak etmeyin, eşeğin kulağına telkinini verdim!..." demiş.
Onun her işi terstir
Nasreddin Hoca'nın bütün gayretlerine rağmen kötü huylarından vazgeçiremediği bir yakını varmış. Namazdan sonra camiden çıkmakta olan cemaate doğru bir çocuk koşarak gelmiş ve o adamın suya düştüğünü haber vermiş. - "Falanca kişi ırmak kenarında gezerken ırmağa düştü. Azgın sularla boğuşuyor" demiş. Hoca birkaç arkadaşıyla birlikte koşarak ırmak kenarına gelmiş ve suyun geldiği tarafa doğru ilerlemeye başlamış. Köylüler: - "Su öbür yana doğru akıyor Hocam" demişler. "Aşağıda aramak gerekmez mi?" Hoca başını sallamış; - "Bu adamın ne aksi, ne ters biri olduğunu siz bilmezsiniz. Onun her işi terstir" demiş.
İnanmazsanız yıldızları sayın
Nasreddin Hoca Konya'da vaaz ediyormuş. - "Ey Müslümanlar! bu şehrin havasıyla bizim şehrin havası birdir" diye söze başlamış. Cemaattekilerden biri sormuş: - "Nereden biliyorsun?" - "Akşehir'de ne kadar yıldız varsa, burada da o kadar var. İnanmazsanız sayın!.." demiş Hoca.
Kurdun keyfini bozma
Hoca, bir kış günü ormanda odun kesiyormuş. Odun kesmeye iyice dalmış. Bir aç kurt sessizce saldırıp, Nasreddin Hoca'nın yokuşun altında bıraktığı eşeğini yemiş, yokuş yukarı kaçmağa başlamış. Birisi uzaktan durumu görüp seslenmiş: - "Hoca yetiş! Kurt eşeğini yedi, kaçıyor!" Hoca bir eşeğin kemikleri çıkmış ölüsüne, bir de yokuş yukarı kaçmakta olan kurda baktıktan sonra: - "Boşuna yorulma efendi" demiş. "Olan oldu! Hiç olmazsa tok karnına yokuş yukarı kaçmaya çalışan kurdun keyfini bozma!"
İmamı Topal Timur ise
Hoca bir gün Timur Han'ın adamlarından birine sorar: - "Kimin mezhebindensin ?" Adam elini göğsüne götürüp kuvvetli bir sesle; - "Emir Timur'unnn" demiş. Orada bulunanlardan biri seslenmiş: - "Hoca efendi, bir de peygamberini sor bakalım!" Hoca: - "İmamı Topal Timur olursa, başka bir şey sormaya gerek yok" demiş.
Testi kırıldıktan sonra
Nasreddin Hoca oğlunu çeşmeye gönderiyormuş. Testiyi eline verdikten sonra yüzüne okkalı bir tokat aşketmiş, ardından da: - "Sakın testiyi kırma" diye seslenmiş. Bu durumu görenler : - "Ne yapıyorsun Hoca efendi" demişler, "çocuk testiyi kırmış değil ki... Hiç suçu olmayan çocuğu ne diye dövüyorsun ?" - "Testi kırıldıktan sonra dayak neye yarar!" demiş Hoca.
Ay alıp sattığım yok
Nasreddin Hoca Konya'da akşam namazından çıkmış, yatsıya kadar biraz çarşıda gezinmek istemiş. Tanımadığı kellifelli bir adam gökteki yusyuvarlak aya bakıyormuş. Hoca yaklaşınca, adam seslenmiş: - "Efendi" demiş, "Bugün ay kaç?" - "Bilmem ki evlâdım" demiş Hoca, "Bu günlerde ay alıp sattığım yok."
Körüğün havası
Nasreddin Hoca körüğü ile ateş yakar, içine böcek, fare vs. girmesin diye kullandıktan sonra körüğün ağzını tıkayıp duvara asarmış. - "Körüğün ağzını ne için tıkıyorsun Hoca?" diye sormuşlar. - "Yaa!, tıkamayayım da içindeki onca hava boşa mı gitsin" demiş Hoca, "ben savurganlıktan hoşlanmam!"
Ye kürküm ye
Hoca bir gün günlük kıyafetlerle bir düğüne gitmiş, kimse onunla ilgilenmemiş. Sonra hoca düğündeki güzel giyinmiş ağaların çok saygı gördüğünü farketmiş. Evine gitmiş ve kürkünü giyip düğüne geri dönmüş. İnsanlar etrafında pervane gibi dönmeye başlamış. Hoca da kürkünün bir ucunu önündeki çorbanın içine sokmuş ve herkes ona bakarken ağzından şu sözler dökülmüş: - "Ye kürküm ye, bu çorba benim değil, senin hakkın". İnsanlar yaptıkları hatayı anlayıp, hocadan özür dilemişler.
Bana mı eşeğe mi inanırsın?
Pinti komşusu, Hocanın eşeğini ödünç istiyormuş. Bir vermiş, iki vermiş. Baktı ki baş edemeyecek, yine istediği bir gün: - "Tüh, Biraz önce başkasına verdim," diyerek geri çevirmiş. O sırada, ahırdaki eşek var gücüyle anırmaya başlamış, Komşusu: - "Bu senin eşeğin sesi değil mi, hani yoktu?" demiş. Hoca: - "Aşk olsun," demiş, Hoca, "benim sözüme değil de eşeğin sözüne mi inanıyorsun?"
Peştemal
Timur ile Hoca bir gün hamama giderler. Hoşbeş ederken Timur, Hoca'ya sorar: "Hoca, ben köle olsam bana kaç para değer biçerdin?" Hoca: "Ben bu işin tellalı değilim ama bir 15 akçe ederdin!" Bu laf üstüne Timur çok sinirlerinir: "Hoca" der "Senin dediğini kulağın duyuyormu? Sadece bu peştemal 15 akçe eder be!" Hoca hiç istifini bozmadan: "Ben zaten peştemale biçtim bu fiyatı!" der.
Fincancı katırları
Nasrettin Hoca ahirette ne var ne yok çok merak edermiş. Bir gün mezarlıkta boş bir mezar gören Nasrettin Hoca, eve gidip karısına demiş ki: - "Hanım, ahirette ne var ne yok merak ediyorum. Bugün boş bir mezar gördüm, gidip içine yatacağım; bakalım ne olacak?" Hanımı "Etme, eyleme!" diye yalvarsa da Hoca, mezarlığa gidip, yol kenarındaki boş bir mezara yatmış. "Acaba ne olacak?" diye başlamış sağı, solu dinlemeye. Gece saat dörde doğru "Haldırt!.. Huldurt!.." diye sesler duymaya başlayan Hoca, boş mezarın içinde ansızın ayağa kalkıp sormuş: - "Ne oluyor yahu?" O anda yoldan geçmekte olan fincancı katırları da Hocayı o vaziyette görünce ürkmüş; katırlara yüklenen fincanlar da kırılmış. Fincancılar birbirlerine sormuş: - "Bu deli ne arıyor burada?" Kırılan fincanlar yüzünden Nasrettin Hocayı bir güzel dövmüşler. Sabah olmuş, Hoca ağzı burnu kan içinde eve gelmiş. Karısı Hocayı o vaziyette görünce telaşlanmış: - "Hoca Efendi, ne oldu sana böyle?" - "Ah hanım!.. Başıma gelenleri bir bilsen!.." Bu söz üzerine Hocanın karısı çok merak etmiş: - "Hocam Efendi, ahirette ne var ne yok?" Hoca da cevap vermiş: - "Fincancı katırlarını ürkütmezsen, hiçbir şey yok!.."
Kara Tavuk
Nasrettin Hoca, kümesindeki bir kara tavuğu, pazara götürüp satmak ister. Adamın biri alıcı olur ancak: - "Ben bu tavuğun rengini beğenmedim, beyaz olsaydı kesin alırdım," der. Hoca hemen iki kalıp sabin alarak hayvanı yıkamaya başlar. Tabii hayvanın tüyleri yinede simsiyahtır. Hoca kendisini hayretle seyreden müşteriye dönerek: - "Boyayan ne güzel boyamış, öyle has boyamış ki hayvanın rengini ağartmak mümkün değil..!" der Bu sözleri duyan müşteri dersini almıştır ve tavuğu hemen satın alıverir...!
Sen düştün
Nasrettin hocanın karısı ölmüş ve 1 ay sonra dul bir kadınla evlenmiş. Evlendiği kadın hocaya sürekli eski kocasını anlatıyormuş. Yine bir gün eski kocasını anlatırken işte şöyle yapardı, böyle yapardı, derken hoca sinirlenmiş ve kadına bir tekme atmış, kadın da yataktan yere düşmüş ve hocaya sormuş: - "Aman hoca beni neden attın?" Hocanın cevabı hazır ; - "Eee yatakta bir sen, bir ben bir de eski kocan olunca üçümüz sığamadık sen aşağı düştün."
Ben sağlığımda hep bu yoldan giderdim
Hoca bir gün ormanda odun keserken bindiği dalı kesiyormuş adamın biride hocaya bindiğin dalı kesiyorsun düşersin, demiş. Hoca aldırmamış, sonunda hoca düşmüş adamın yanına giderek: -"Sen evliyasın" demiş "benim düşeceğimi bildin senden bir ricam var ne zaman öleceğimi de söyle," demiş. Adam bakmış kurtuluş yok: - "Eşek üç defa anırırsa öleceksin" demiş. Hoca eşeği yükleyip köyün yolunu tutmuş yük ağır olduğundan eşek anırmağa başlamış üçüncü seste hoca ben öldüm demiş ve düşüp bayılmış. Köylüler de hoca öldü deyip dini görevleri yerine getirmişler, tabutla mezarlığa giderken bir dere çıkmış karşılarına; Kimisi böyle gidelim kimisi şöyle gidelim derken hoca başını tabuttan çıkartarak: - "Ben sağken hep düz yoldan giderdim" demiş.
Allah rızası için
Nasretten hoca birgün damda bacayı onarırken bir yaşlı adam gelmiş, aşağıdan: - "Allah rızası için bir sadaka" demiş. Hoca anlamayınca aşağıya çağırmış hoca zar zor aşağıya inmiş - "Buyur kardeş" deyince adam: - "Allah rızası için bir sadaka" demiş. Hoca sinirlenmiş: - "Gel yukarı" demiş, adam yukarı çıkınca da: - "Allah versin" demiş
Kokusu ne olacak?
Nasrettin hoca bir gün toplulukta oturuyormuş. Yanındaki adam gaz kaçırmış, anlaşılmasın diye de oturduğu iskemleyi gıcırdatmış. Hoca: - Hadi sesini benzettin kokusunu nasıl benzetecen?!..
Büyük Abdest
Nasreddin Hoca bir gün üzüm bağına girmiş ve üzümleri yemeye başlamış. Biraz sonra bağın sahibi gelmiş ve Hoca'yı görünce şüphelenip sormuş: - "Ne yapıyorsun burada?" Hoca: - "Büyük abdestimi yapıyordum," diye yanıt vermiş. Adam inanmamış: -"Madem öyle göster bakalım" demiş. Hoca ilk gördüğü şeyi adama göstermiş. Bağın sahibi: - "Ama bu kuş pisliği," demiş. Hoca ellerini yana açıp cevap vermiş: - "Senin korkundan ne çıkardığımı biliyor muyum ben!.."
Keramet Sarıktaysa
Adamın biri Nasrettin Hoca'nın yolunu kesip elindeki mektubu uzatmış: -Aman Hoca'm, gözünü seveyim şu mektubu bana okuyuver. Hoca almış mektubu, açmış bakmış. Bir süre elinde evirip çevirdikten sonra tutup sahibine geri vermiş: - "Bu mektup okunacak gibi değil. Yazılar kargacık burgacık. Hem dilide yabancı, ben okuyamam bunu, kusura bakma...!" demiş Hoca. Adam çok kızmış bu işe, terslemiş Hoca'yı: - "Ayıp Hoca ayıp..! Benden utanmıyorsan başındaki sarıktan utan bari. Bir mektubu okuyamadın yahu..!" Hasreddin Hoca'nın canı bu işe çok sıkılmış. Başındaki sarığı çıkardığı gibi adamın başına geçirmiş: - "Hadi bakalım" demiş, "mademki keramet sarıkta sen oku bakalım şu mektubu da görelim...!"
Tokat
Hoca, yolda dalgın dalgın yürürken, muzipin biri ensesine bir tokat patlatmış. Hoca şaşkınlıkla arkasına dönünce, adam eğilerek selam vermiş. Sonra da yüzsüzce ellerini oğuşturarak: - "Kusura bakmayın efendim! Ben sizi arkanızdan çok samimi bir dostuma benzettim!..." demiş. Hoca, bu söze kanmamış: - "Olmaz öyle şey, yürü kadıya!..." diyerek adamı mahkemeye götürmüş. Meğer adam, kadının yakın ahbabı imiş. Hoca olayı anlatmış. Kadı düşünüp taşınmış ve Hoca'ya: - "Peki" demiş, "sen de ona bir tokat at da ödeşin!..." Hoca , bu şekilde ödemeyi kabul etmeyince, kadı: - "Bir tokadın hakkı 1 akçedir. O halde davalı bu parayı versin sana!..." demiş. Hoca razı olmuş. Fakat dava edilen adam yanında para olmadığını: hemen gidip getireceğini söyleyerek izin istemiş. Kadı da izin vermiş. Hoca mahkemede bekleye dursun: aradan epey zaman geçtiği halde adamın geldiği yok!... Hoca bakmış ki adamın geleceği yok, hiddetle yerinden kalkmış ve Kadı Efendinin ensesine bir tokat patlatmış: - "Efendi hazretleri," demiş. "Madem ki bir tokatın diyeti 1 akçedir. o halde bu adamın getireceği 1 akçeyi sen al, zira benim daha fazla beklemeye ne zamanım ne de takatim var!..."
Sahte Dostluklar
Hoca'nın çok sevdiği hanımı vefat eder. Bu durum Hoca'da büyük üzüntü meydana getirir. Herkes bu üzüntülü durumun uzun süre devam edeceğini zanneder eme hiç de öyle olmaz. Hoca bir hafta sonra eski haline döner. Eskisi gibi neşeli görünmeye başlar. Bir müddet sonra, Hoca'nın eşeği ölür. Bu sefer dünya Hoca'ya zindan olur. Yemeden içmeden kesilir. Bunu görenler, Hoca'nın hanımına vefasızlık ettiğini düşünür ve toplanıp Hoca'yı ziyaret ederler. - "Hocam, hanımın vefat etteğinde bu kadar üzülmemiştin, oysa ki eşeğin öldüğünde yemeden içmeden kesildin, hala kendine gelemedin, nedir bunun sebebi," diye sorarlar. Hoca kaşlarını çatar ve ciddi bir tavırla: - "Hanım vefat ettiğinde, daha cenazeden dönerken eş dost, 'Üzülme Hoca, biz sana daha iyisini buluruz, seni evlendiririz' dediler. Halbuki eşeğim öleli bir hafta oluyor, kimse çıkıp ta 'Hocam sana daha iyi bir eşek alırız' demediği gibi daha önce verdikleri sözü de tutmadılar. Böyle sahte dostluklar, yalancı teselliler karşısında ben üzülmeyeyim de kimler üzülsün?"
Farz
Nasrettin Hoca'nın evine bir gün 3 eski arkadaşı misafirliğe gelir. Üçü de birbirinden oburdur. Nasrettin Hoca sofraya hangi yemeği getirse silip süpürürler. O kadar ki tencerelerde yemek bitince, sünnettir diye ekmekle iyice tencereleri sıyırırlar. Bu sırada odaya Nasreddin Hoca'nın kedisi girer. Arkadaşları Nasreddin Hoca'yı memnun etmek için: - "Aman ne güzel kedi. Adı ne bunun Hocam?" diye sorarlar. Hoca: - "Adı Farzdır", der. Hoca'nın arkadaşları şaşırıp birbirlerine bakarlar: - "Bu ne biçim isim Hoca Efendi?" derler. "Şimdiye kadar farz isminde bir kedi ismi hiç duymamıştık." Hoca hemen taşı gediğine koyar: - "Ne yani, sünnet diyeyim de onu da mı yiyesiniz?"
Rahmet Yağıyor
Nasreddin Hoca çok yağmurlu bir günde pencerenin önüne oturmuş dışarıyı izliyormuş. Bir ara komşularından birini, koşa koşa evine doğru giderken görmüş. Pencereyi açarak seslenmiş: - "Yazık sana komşu..! Senin gibi aklı başında, inançlı bir adam, Allah'ın rahmetinden kaçar mı hiç?" İçinden Nasreddin Hoca'ya hak veren adamcağız, koşmayı bırakmış ve ağır ağır yürümeye başlamış. Fakat eve geldiğinden tepeden tırnağa ıslandığını anlayınca, Hoca'nın oyununa uğradığını anlamış... Günün birinde bu sefer de Nasreddin Hoca yolda yağmura tutulmuş, koşa koşa evine gidiyormuş. Daha önce kendisiyle alay ettiği komşusunun evinin önünden geçerken adamcağız "taşı gediğine koymanın tam zamanı" diye düşünerek, Hoca ya seslenmiş: - "Hocam, Hocam, Allah'ın rahmetinden niçin kaçıyorsun, ayıp değil mi sana?" Hoca, hiç istifini bozmadan koşmaya devam ederek şu cevabı vermiş: - "Sen ne anlarsın be adam!.. Ben rahmetten kaçmıyorum, tam tersine yere düşen rahmetleri çiğnememek için koşuyorum!"
Keşiş ile Hoca
Bir keşiş dünyanın en akıllı adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş. Sıra Nasreddin hocanın köyüne gelmiş ve köylülere sormuş: - "Sizin köyün en akıllı adamı kim?" demiş. Köylüler de: - "Nasreddin Hoca" demişler. Bunun üzerine keşiş köy meydanında Hoca ile görüşmeye başlamış ve eline bir çomak almış yere bir daire çizmiş. Nasreddin hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş, keşiş bir doğru daha çizerek daireyi dörde bölmüş. Hoca da dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş. Keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru hareket yapmış, hoca da yukarıdan aşağıya yapmış ve keşiş büyük bir hayranlıkla hocayı tebrik etmiş. Olup bitenden bir şey anlamayan halk, keşişe ne olduğunu sormuş. Keşiş de : - "Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı, yere dünya çizdim, O: 'Ortadan ekvator geçer' dedi, ben dünyayı dörde böldüm, O da: 'Dört de üçü sudur' dedi, ben yerden buharlaşma sonucunda ne olur dedim, O da: 'Yağmur yağar' dedi..." Bu sefer hocaya neler olduğunu sorar halk. Hoca da: - "Bu adam oburun biri; yere bir tepsi baklava çizdi, ben de yarısı benim dedim. Daha sonra tepsiyi dörde böldü o zaman dört de üçü benim dedim, O da; 'tepsi altından ateşi hafif hafif almalı' dedi ben de üstüne fındık fıstık serpersek daha iyi olur dedim!.."
Öbür Taraf
Adamın biri ölmüş, yıkamaya getirmişler. Hoca kapıyı kapatmış, herkes beklemeye başlamış. Aradan 15 dakika geçmiş ses yok, yarım saat geçmiş ses yok, 1 saat geçmiş ses yok. İki saat sonra hoca kapıdan çıkmış. Merakla sormuşlar: - "Hocam ne oldu, iş neden bu kadar uzadı?" - "Ne olacak adam öbür tarafa gitmemeye ısrar etti. Ondan bu kadar uzadı."
Nasreddin Hoca Gençken
Hoca Nasreddin, birgün at binmek istemiş. Hayvanın boyu epey yüksekmiş. Hoca, bir türlü atın üstüne zıplayamamış. Yanındakiler duyacak şekilde sesini yükselterek serzenişte bulunmuş: - "Ah gençliğim ahh! Gençliğimizde böyle miydik?" Sonra sesini alçaltarak kendi kendine mırıldanmış: - "Ben senin gençliğini de iyi bilirim Nasreddiiin!"
Kanaatsizlik
Hoca'ya sormuşlar: - "Neden balıklar daha semiz, şişman da tilkilerin karnı sırtında, sürekli açlar?" Hoca ibretlik bir cevap verir: - "Bu balıkların kanaatini, tilkilerin de aç gözlülüğünü gösterir."
Bizim Tekir Nerede?
Hocanın canı bir gün etlice bir yahni ister... Kasaba gidip bir okka et alır, eve gönderir. Hocanın karısı yahniyi pişirirken komşuları çıkagelir. Gözü gönlü tok, eli açık olan kadıncağız komşularına yahni ikram eder. Komşular, yemeğin tamamını yiyip bitirir ve dönerler evlerine. Bütün gün yahni özlemiyle akşamı zor eden Hoca evine döner. İştahla oturur sofraya. Biraz sonra karısı önüne bir tabak bulgur aşıyla bir kaşık koymaz mı? Hoca hiddetlenerek sorar ne olup bittiğini. - "Efendi," der karısı, "Eti bizim Tekir yedi." Bu sözü duyan Hoca sinirlenerek eline bir sopa alır ve Tekir kediyi aramaya koyulur. Bir süre sonra Tekir görünür, bir deri bir kemik... Yürüyecek gücü yok, iskelet gibi... Hoca şaşkın : - "Hatun, yahnilik eti şu bizim Tekir mi yedi?" diye sorar. Karısı da: - "Evet Efendim, o hınzır yedi." diye cevap verir. Bunun üzerine Hoca alır eline el terazisini ve tartar Tekir kediyi... Tam bir okka çeker Tekir. Bunun üzerine karısına şöyle çıkışır : - "Hatun! şu gördüğün bizim Tekir tam bir okka geldi. Öyleyse, yahnilik et nerede? Şayet et bu ise bizim Tekir nerede?"
Hoca Çıktı Mandalar Yesin
Nasreddin Hoca, vali ve üst düzey bürokratlarla bir yemeğe katılır. Hocaların çok yemek yemesiyle ilgili bir fıkra anlatılır: - "Hoca ile manda bostana düşmüş. Görenler, hangisini çıkaralım demişler. Kimileri mandayı çıkarın o çok yer demiş, kimileri de yok hoca daha fazla yer onu çıkarın demiş." Fıkrayı dinleyen Nasreddin Hoca masadan kalkmış, bir kenara oturmuş. Masadakilerden biri Nasreddin Hoca'ya: - "Hocam niçin kalktınız" diye sormuş. Nasreddin Hoca şu cevabı vermiş: - "Hoca çıktı mandalar yesin."
Yemesi Kolay Olsun
Timur'un defterdarları hesapta bir yanlışlık yapar. Bunun üzerine Timur çok kızar ve o defterdara kağıtları yedirir, işten de kovar. Yerine Nasreddin Hoca'yı alır. Nasreddin Hoca, hesapları yufka üzerine yapmaya başlar. Timur, durumu görünce haliyle sebebini sorar. Cevap da tam Hoca'dan beklenildiği gibidir: - "Yemesi kolay olsun diye Hünkarım!"
Oğlak Büyüdü
Bir gün Nasrettin Hocaya burcunu sormuşlar. Hoca : - "Tekedir" demiş. - "Aman hocam nasıl teke olur?" diye sormuşlar. Hoca da: - "Ben doğalı 70 sene oldu oğlak büyüdü teke oldu" demiş.
Memnun mu?
Nasreddin Hocaya sormuşlar: - "Hocam Ramazan bizden memnun mu, onu memnun edebiliyor muyuz?" Hoca cevaplamış: - "Memnun olmasa her sene 10 gün önce gelir miydi?"
İki Kere Gelse
Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, Nasreddin Hoca iftara köylülerden birinin evine davetlidir. Ev sahibi şöyle serzenişte bulunur: - "Keşke, Ramazan, senede iki kez gelse." Aynı sofrada misafir bulunan Hoca, hemen şu cevabı verir: - "Öyleyse Ramazan gider gitmez neden bayram yaparsın be adam? İnsan, sevdiği gidince bayram yapar mı hiç?"
Eşeğe Ters Binmek
Nasreddin Hoca bir gün yabancı bir köyde misafir olur. Cuma günü O'nu kürsüye çıkartırlar. Güzel bir vaaz verir. Herkez pek memnun kalır. Camiden çıkınca Hoca'nın eşeğini getirirler. Köylülerin hepsi ona hizmet etmek için adeta yarışırlar. Hoca eşeğine binerken biraz düşünür. Sonra eşeğin üstüne ters oturur. Herkes hayret eder. Köylülerden biri dayanamayıp sorar : - "Hocam" der. "Kusura bakma ama eşeğe niçin ters bindiğini sorabilirmiyim?" Hoca tebesüm ederek cevap verir : - "Eğer düz binip önünüze geçseydim siz arkada kalacaktınız. Siz öne geçseydiniz, bu defa ben arkada kalmış olacaktım. Böyle ters binince size arkamı dönmemiş oluyorum. Sebebi bu..."
Adam Olmak
Hocaya bir gün: - "Adam olmanın yolu nedir?" Diye sormuşlar. Hoca şu cevabı vermiş: - "Bilenler söylerken, bilmeyenler can kulağıyla dinlemeli, bilmeyenler söylerken, susturmanın çaresine bakmalı! "
Ağzım Yırtılacaktı
Bir toplulukta gevezenin biri gecenin geç vaktine kadar, sözü hiç kimseye bırakmadan konuşmuş durmuş. Hoca onu dinlerken esneyip durmuş. Toplantı bitip ayrılırken geveze adam: - "Hocam hiç ağzını açmadın?" demiş. - "Açmaz olur muyum? Az daha ağzım yırtılacaktı!"
Bal ile Sirke
Bir gün Nasrettin Hoca'ya; - "Hocam bal ile sirke uyuşmaz derler ne dersiniz?" demişler. - "Nasıl uyuşmasın? der ve gider yarım okka bal yer yarım okka da sirke içer. Yüzünün yemyeşil olduğunu görenler sorar: - "Bal ile sirke birbiri ile anlaşamadı değil mi Hocam?" Hoca hiç mertliği elden bırakmaz: - "Yoo, onlar anlaştılar anlaşmasına da şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar."
Yarasa, Sahibine Yarardı
At nalının insanlara uğur getirdiğine inanan biri, Hoca'ya sormuş: - "Hocam, at nalı insana uğur getirirmiş, evin kapısına assak günah olur mu?" Böyle hurafelerin dine aykırı olduğunu her zaman anlatan hoca, bu sefer farklı bir yolla cevap vermiş: - "Eğer uğur getiriyorsa, asabilirsin. Ama bence getirmez. Çünkü atlarda bir değil, dört nal olmasına rağmen şimdiye kadar bir faydası olduğunu görmedim aksine akşama kadar yediği kamçının, taşıdığı yükün ve koşturulduğu yolun hesabı yoktur."
Arşa Değerdi
Nasrettin Hoca vaaz verirmiş camide. Dinleyenlerden biri bir soru sormuş: - "Bilmiyorum" demiş Hoca. Biri bir başka soru atmış ortaya; - "Bunun da karşılığını bilmiyorum", demiş Hocamız. Bir üçüncü soruyu da yanıtlayamamış. Cemaatten biri: - "Peki" hoca demiş, "hem sorduklarımızı bilemezsin hem de kalkar, o yüksek yere çıkarsın!.. Oldu mu şimdi Hoca?" Hoca gülmüş: - "Ben bildiklerimle orantılı olarak bu kadarcık yükseğe çıktım, bilmediklerim oranında yükselecek olsaydım, başım arşa değerdi."
Cenazenin Neresinde Gitmeli?
Yine bir gün komşudan biri vefat etmişti.Herkes işi bırakıp cenazeye gitmişti. O sırada bir adam Nasreddin Hoca'ya yaklaşarak; "Hocam size sorum olacak" der ve şöyle devam eder: - "Acımız fazla büyük elbette sabretmeli, cenaze gotürürken neresinde gitmeli?" Hoca: - "Elbette sonu budur her kulun, tabutta bulunma da nerde isterse orda bulun!"
Cuma Öldü
Adamın biri ölmüş ve oğlu Nasreddin Hoca'ya gitmiş ve sormuş: - "Babam cuma günü öldü. Öbür tarafta nasıl karşılanır." demiş. Hoca da sormuş: - "Namaz kılar mıydı?" Oğlu: - "Hayır ama cuma günü öldü." demiş. Hoca: - "Hovardalığı varmıydı?" demiş. Oğlu: - "Evet ama cuma günü öldü." Hoca: - "Hırsızlık yapar mıydı?." Oğlu: - "Evet ama cuma günü öldü." Hoca bu sefer sinirlenmiş: - "Cuma günü ellemezler ama cumartesi gerekeni yaparlar!" demiş.
Hanımından korkmayan ayağa kalksın
Nasreddin Hoca bir vaazında annelerin evlatları ve kadınların kocaları üzerindeki haklarından bahsediyordu... - "Ey cemaat, içinizde karısından korkmayanlar ayağa kalksın" demiş. Herkes ayağa kalkmış. Hoca şaşkın şaşkın bakınırken, cemaatten biri: - "Hoca efendi, yalnız sen ayağa kalkmadın. Demek, karısından korkan bir tek sensin!" demiş. - "Çok haklısın", demiş Hoca. "Allah, saliha kadınların kocalarına öyle mesuliyetler yüklemiş ki, o sorumluluklarım aklıma gelince yerimden kımıldayamadım!"
Secdeye Varırsa?
Nasreddin Hoca ile arkadaşları Konya'da bir eve akşam yemeğine davet edilmişler. Ev eski ve ahşap, bastıkça tahtalar gıcırdıyor, hoca laf atmış : - "Evin tahtaları ses veriyor!" Adam ukala ya : - "Bizim ev pek sofudur, ara sıra zikreder!" Hoca laf altında kalır mı : - "Ya aşka gelip secdeye varırsa?"
Elalemin Ağzı Torba Değil ki Büzesin
Nasrettin Hoca oğlunu okulundan alırken eşekle gelmiş. Oğuluyla eşeğin üzerinde evin yolunu tutmuşlar. Aradan zaman geçmiş. Bir grup insan önlerine çıkmış. İçlerinden biri; - "Hoca ayıp değil mi, eşek o kadar yükü nasıl taşısın?" Hoca da oğulunu eşekten indirip yoluna devam etmiş. Aradan zaman geçmiş bir insan; - "Ayıp Hoca ayıp. Küçücük çocuk yürütülür mü?" Hoca çocuğu eşeğe oturtmuş. Kendi yoluna devam etmiş. Aradan yine zaman geçmiş birisi; - "Bu zamane çocukları böyle işte, ihtiyar babaları yürür kendileri eşeğe biner." Bu söz çocuğun ağrına gider ve eşekten iner ikisi de yayan giderler. Oradan gevezenin birisi: - "Enayilere bakın eşek önde gidiyor bunlar yayan." Bunun üzerine Nasrettin Hoca: - "Görüyorsun ya oğlum elalemin ağzı torba değil ki büzesin."
Dünya Kaç Metre?
Arkadaşlarından biri Hocaya sorar: - "Hoca, dünya kaç metre?" Tam o sırada bir cenaze geçiyormuş yanlarından. Hoca onu göstererek: - "Ona sor! Bak, ölçmüş biçmiş, gidiyor!.."
Kim Daha Büyük
Hoca'ya: - "Efendi" demişler, "padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?" - "Çiftçi büyük elbet" demiş Hoca ve eklemiş; "Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür."
Dediği Dediktir
Nasrettin Hoca yolda giderken eski bir tanıdığına rastlamış. Aralarında ayaküstü sohbet etmişler, ayrılırlarken adam Hoca'ya: -"Ne olur arayı çok açmayalım, bana yemeğe gel. Tuz ekmek yeriz, hasret gideririz" demiş. Hoca daveti kabul etmiş ve ertesi hafta bir gün adamın evine yemeğe gitmiş. Ancak mecazi olarak kullanılan "Tuz ekmek yeriz" sözü adamın sofrası için gerçekmiş. Sofrada sadece ekmek ve tuz varmış. Ekmeklerini tuza batırıp yerken, aşağıda kapıya vurulmuş. Ev sahibi olan adam pencereden sarkıp aşağıya : -"Kim o kapıyı çalan" diye bağırmış. Aşağıdan : -"Allah rızası için bir sadaka" diye yalvaran bir dilencinin sesi gelmiş. Ev sahibi çok sinirlenmiş: -"Aşağı gelirsem gebertirim, çek git buradan" diye bağırmış. Ama dilenci : -"Allah rızası için bir sadaka" diye yalvarmayı sürdürmüş. Bunun üzerine Hoca pencere kenarına gelip aşağıdaki dilenciyi uyarmış: -"Kardeşim bu adamın dediği dediktir, aşağı inerse sahiden seni gebertir. Git buradan" demiş.
Eşeğin Mertebesi
Nasreddin Hoca, eşeğini biraz hava alsın diye dama çıkarır. Bir müddet hava aldıktan sonra indirmeye çalışır. Eşek inmez. Hoca eşeği damda bırakır. Eşek damda tepinip dururken aşağıya düşer ve ölür. Akıbeti ibretle izleyen Hoca düşünür: - "Demek ki eşeğin mertebesini yükseltirsek; hem bulunduğu yere zarar verir hem de kendine!.." Kıssadan hisse: Hak etmediği mevkilere çıkarılanlar düşünsün! |