|
|
Kasidede;
İstanbul'un iki deniz arasında yek pare bir mücevher gibi durduğu söyleniyor ve şehrin kıymeti ancak cihanı aydınlatan güneşle denk tutuluyordu.
İstanbul'un havasıyla suyuyla, gül bahçeleriyle cennet gibi olması mübalağa sanatı ile tasvir ediliyor.
Nedim bu şehrin çarşılarında ilim ve irfan kumaşları satıldığına yani Devlet-i Âlî'nin bu kültür merkezinde ilim ve sanat hayatına dikkati çekiyordu.
İstanbul'un, ilahi tecelliye mahzar olan Tûr-i Sinâ gibi muhteşem camileri geceleri nur deryası halinde idi. Bu taşacak kadar ışıkla doluşu sayısız kandillerle sağlanıyordu.
Nihayet çok güzel bir hakikat, İstanbul'daki halk terbiyesinin üstünlüğünde idi. Bir şehirde halkın bütün davranışlarının güzel ve makbul olabilmesi için orada asırlarca işlenmiş, kibar ve asil bir medeniyetin yaşaması ve devamı lazımdı. İşte şehr-i İstanbul'un Nedim'e hissettirdikleri:
BU ŞEHR-İ İSTANBUL Kİ:
Bu şehr-i İstanbul ki bî mislü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır
"Bu İstanbul şehri paha biçilemezdir ve yalnızca bir taşına acem (İran) mülkünün tamamı feda edilir."
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
"İki deniz arasında eşsiz bir cevherdir, dünyaya ışık saçan güneş ile kıyaslansa yeridir."
Altında mı üstünde midir cennet-i âlâ
Elhak bu ne hâlet bu ne hoş âb-ü havâdır
"Yüce cennet acaba onun altında mıdır, yoksa üstünde mi? Hakikat şu ki, onun hâli, havası, suyu ne hoştur."
İnsâf değildir anı dünyaya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatadır
"O İstanbul'u dünyaya değişmek insaflı bir davranış olmaz, zira gül bahçelerini cennete benzetmek hatadır."
Herkes irişür anda muradına anınçün
Dergahlar melce-i erbâb-ı recâdır
"Herkes bu şehirde isteğine kavuşur, çünkü şehrin dergahları rica erbabının (istekleri reddetmeyenlerin) sığınağıdır."
Kâl'ây-ı maarif satulur sûklarında
Bâzâr-ı hüner maden-i ilm-ü ulemâdır
"Bu şehrin pazarlarında eğitim, bilgelik kaleleri satılır, bu şehir ilim ve alimler madeni, hüner pazarıdır."
Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yı melek anlara mihrab-ı duadır
"Bu şehirde camilerin her biri, her yerden görünen dağlar gibidir, o camilerin de dua edilen yerleri, meleklerin kaşı gibidir."
Mescitlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri mah gibi lebriz-i ziyadır
"Bu şehirdeki mescitlerin her biri nur saçan birer okyanus gibi, kandilleri ışık saçan ay gibidir."
Hep halkının etvârı pesendîde vû makbûl
Derler ki biraz dilber-i bî-mihrü vefâdır
"Tüm halkının tavır ve davranışları hoş, güzel ve makbüldür, derler ki şehrin güzelleri biraz acımasız ve vefasızdır."
Şimdi yapılan âlem-i nev-resim-i safânın
Evsafı bele başka kitab olsa sezâdır
"Şimdi yapılan eğlence ve etkinliklerin anlatımı, böyle başka bir kitapta anlatılsa yeridir."
Nâmı gibi olmuştur o hem sâ'd hem âbâd
İstanbul'a serınâye-i fahr olsa revâdır
"Hem sa'd (yüz) hem âbâd (sonsuzluk) bu şehrin namı gibi olmuştur, Bu Sadabad (köşkü) İstanbul'un övünç ve kıvanç kaynağı olsa yeridir."
İstanbul'un evsâfını mümkün mü beyan hiç
Maksûd hemen sadr-ı kerem-kâre senâdır
"İstanbul'un özel ve güzelliklerini anlatmak hiç mümkün olur mu? Maksat, cömert veziriazam'a dua etmektir."
Nedim
ŞİİRİN HİKAYESİ:
Bu şehir İstanbul ki kasidesinde Nedim, İstanbul'un eşsiz ve baha biçilmez güzelliğini söyler söylemez, onun bir taşına bütün acem ülkesi (İran) feda edilebilir diyor ki, bu ağır mukayese sebepsiz değildir; bir kere Lale Devri Türkiye'sinin baş düşmanı İran'dı.
Esasen asırlardan beri İran her fırsatta Osmanlı Devleti'nin canını sıkacak, sabrını tüketecek hadiseler çıkarıyordu.
Nedim pek haklı olarak hem idarî hem siyasi hem de edebî bakımlardan Türkler nazarında eski itibarı kalmamış, bitmez tükenmez düşmanlığıyla, gözden düşmüş, Osmanlı düşmanlığını mezhep haline getirmiş bu ülkeye, samimi olarak sitem etmek, hakaret etmek ihtiyacını duyuyordu.
Nedim gibi, sözünü bilir bir şairin bir komşu ülke hakkında bu kadar ağır ifade kullanması ancak böyle bir sebeple mümkündü.
|
|
|
|